Yerli ve Biraz Milli: DEVLET
- Şöhret Can Kolsuz
- 4 Oca
- 5 dakikada okunur
Türkiye siyaseti, birçokları için takibi mümkün olmayacak derecede hızlı bir haftayı daha geride bıraktı. Bahçeli'nin siyasi tarihimizdeki yerini bilenlerin dahi şok olduğu çıkışlara tanıklık ederken kurumsal muhalefetin gözüne far tutulduğunda aksiyon almakta geç kaldığını bir kez daha tecrübe ettik.
Temmuz 97'deki MHP'nin olaylı büyük kurultayında Başbuğ Türkeş'in oğlu, şimdilerin Reisçisi Tuğrul Türkeş'i alt ederek genel başkanlığı ele geçiren Bahçeli çeyrek asrı aşkın bir süredir Türk siyasetinin ana aktörlerinden biri.

PKK elebaşının Türkiye'ye getirilmesi ve Ecevit Hükümetinin tabutuna son çiviyi çakma vazifesini yerine getiren Devlet Bey bugünlerde de Öcalan'ın koluna takılan kelepçeyi çıkarmakla meşgul. Peki Bahçeli bunu neden yapıyor?
Bölüm 1: Yanılgı

16 Nisan 2017 Referandumu'nun ardından siyasetin bilinen tüm doğrularının değiştiği gerçeğini kabul etmekle meseleye giriş yapmamız gerekiyor sanıyorum. Ortalama seçmene göre koltuk değneği olmakla itham edilen Bahçeli gerek güvenlik bürokrasisindeki gerekse adli kurumlardaki hakimiyetiyle sandıktaki karşılığından çok daha geniş bir nüfuz alanı elde etmiş durumda. Üstelik %50+1 sisteminin kabul edilmesiyle birlikte partisini muhtaç olan değil muhtaç olunan statüsüne de getirmiş oldu. %10'un %40'a tahakkümünden koltuk değneği yaftalamasını çıkarmak tam da daimi kaybedenlere yakışan bir eylem bu sebeple. Zira her kritik dönemeçte onayına başvurulan fakat iktidar sorumluluğundan azade bir pozisyonla adeta bir denetleme kurulu gibi çalışan bir yapının mimarı Bahçeli. Bu sebeple koltuk değneğinden ziyade -üzülerek söylüyorum- oyun kurucu sıfatının ona daha çok yakıştığı kanaatindeyim.
Bölüm 2: Urgan
80 darbesine giden sürece dönelim. Savcı Doğan Öz'ün Türk derin devletini ve kontrgerilla yapılanmasını araştırırken Ülkü Ocakları üyesi İbrahim Çiftçi tarafından öldürülmesi önemli dönüm noktalarından biri. Zira o cinayetin akabinde MHP Konya milletvekili İhsan Kabadayı ve MHP Genel Sekreteri Nevzat Köseoğlu da soruşturma geçirmişti. Dahası var. İbrahim Çiftçi 4 idam kararına rağmen beraat etti, tahliyesinin ardından İLKSAN'a müdür tayin edildi. MHP GİK üyeliği yaptı ve yukarıda da bahsettiğim olaylı 1997 MHP Kurultayı'nda genel başkan adayı oldu.
O günleri kaçıranlar için filmin yeniden vizyona girdiğini de Sinan Ateş davasında görüyoruz.
Ne demişti yazar? "Türkiye'de siyaseti 1 gün takip etmezseniz çok şey kaçırır; 20 sene takip etmezseniz hiçbir şey kaçırmazsınız."
Başkent'in orta yerinde kafanızın arkasına yediğiniz kurşunun bir bedeli olmayacak ne yazık ki. Zira MHP senelerdir kanunu çiğneme dürtüsü olan taşralı erkeklerin asli temsilcisi. Mafyayla organik bağını saklamayan MHP tam da bu sebeple muhalif seçmenin korkulu rüyası. Öyle ki Bahçeli'ye meydan okuduğunuzda ağzınıza biber değil cenazeye arabalarını sürüyor insanlar.

Bölüm 3: Bilge
Simülasyonun içinde yaşadığımıza dair sci-fi tweetler gözümün önünde hala. Zira devleti yönettiği iddia edilen siyasetçinin isminin Devlet olması fazla manidar.
Gelelim MHP seçmenine. İdeolojik partilerin kitle partilerinden bir farkı olmalı elbette. Bu partiler tek başına iktidarı hedeflemez, kontrol eden olmayı arzular. MHP tabanı da bu rolü kabullenmiş durumda. Yapılan her eylemin, söylenen her sözün arkasında kutlu bir anlam, ulvi bir hedef arayan seçmen pekala Bahçeli'nin bilgeliğine de ölesiye inanıyor. Zira umuttan başka yanaşacak limanı yok o geminin. 60-70 senelik ömre olmayan bir anlam yüklemek bu yaşamı muteber kılacak, oyunun içinde bir rolün olduğuna inanmak bu sefil hayatı bir nebze tatlandıracak, çekilen çilelerin -asla görmeyeceğin- aslında bugünden çok daha kötü hale gelecek olan memlekete can suyu olacağını hissettirecek çünkü. İşte MHP'nin tılsımı budur.
En radikal fikirleri Bahçeli'den daha iyi dile getiremez kimse. Bu vesileyle Erdoğan sorumluluktan azade tutulurken, geçen ay terörle ilişkilendirdiğinle can dostu olurken, seçmeni de ölümü gösterip sıtmaya razı etmiş olacaksın.
Alkışlar Bahçeli'ye...
Bölüm 4: Kronik
Muhalefet bir bunalımda. Üstelik biteceğe de hiç benzemiyor. Muhalefetin ana kolonu CHP'nin yerel seçim zaferinin üzerinden henüz 1 sene geçmemişken muhalif seçmen yeniden tırnaklarını yerken buldu kendini. Baştan söyleyeyim, bunun normalleşme süreciyle ilgisi olduğu kanaatinde değilim. Zannımca buraya gelirken 2 kırılma anı vardı.
Birincisi elbette Gezi Direnişi. Muhalif seçmen orada tüm enerjisini boşalttı, canlar yitirildi, totaliter rejim kılıcını daha da hoyrat savurmaya başladı ve nihayetinde vatandaş itiraf etmekte güçlük çekse de çenesine ilk yumruğu orada yedi.
İkincisi CHP'nin geçmiş idari kadrosunun sandığı tek çıkış adresi, 14 Mayıs seçimini de köprüden önceki son çıkış olarak nitelendirmesiydi. Zira seçmen kutlama planları yaparken kefene sarılmış buldu kendini. Seçim kaybıyla birlikte seçmen motivasyonunu yitirdi, tek hobisi siyaset takip etmek olan milyonlar apolitikleşti, kendisini yılmaz muhalif olarak tanımlayan seçmen dahi Erdoğan'ın yenilmez olduğuna dair derin bir inanışın içerisine hapsoldu.
4-5 Kasım CHP Kurultayı ve 31 Mart zaferi de -tam anlamıyla- şifa olmadı bu bunalıma. Zira karpuz gibi ortadan ikiye bölünmüş örgüt yapısını idare etmeye çalışan CHP'nin yeni idari kadrosu tarihin en büyük seçim zaferine rağmen bir dirençle karşılaştı. Bu direnç bana kalırsa iyi niyetli değil ve sebebi açık. Kaybetme konusunda mahirleşmiş ve seçmenin nefret ettiği -evet nefret ettiği- bir yapının aktörlerinin kazanacak formülü sunması, partiye istikamet çizmesi kötü bir komedi filmi senaryosu gibi. İtiraf etmeliyim ki bu sabotaj girişimi hedefine ulaştı/ulaşıyor. Muhalefet enerjisini vatandaşa değil parti içi rekabete harcamak durumunda kalıyor.
Türkiye'de seçmen istikrarı satın alıyor. 600 sene padişahlıkla yönetilmiş bir ulus için iktidarın 25 seneyi devirmesi çok da problem değil. Vatandaşın talebi de demokratik hak değil, cebinin para görmesi. İşte tam da bu noktada muhalefet seçmene reçetesini sunmakta güçlük çekiyor ya da artık kronikleşmiş hale gelen iletişim probleminden dolayı seçmene metodunu iletemiyor.
Bölüm 5: Menfi
Anayasa değişikliği kapıda. Üstelik bu değişiklik, iktidarı boyunca milli irade diye naralar savuran bir liderin döneminde seçmene sorulmadan Meclis'ten geçebilir. Annesinin adı Türkiye, eşinin adı Mülkiye olan kayyum mağduru Ahmet Türk'ün de paydaşlarından olduğu trajikomik DEM-MHP ortaklığı, kontenjan vekillerinin öngörülemezliği, muhalif milliyetçilerin oylarıyla seçilip rejimin kapısında uyuyan İYİ Parti'nin kötü vekilleri muhalefetin çıkmazını özetliyor.
Anayasa'daki Türklük tanımı üzerinden başlayan tartışmalar, Öcalan'ın af ihtimaliyle birlikte iyiden iyiye anlam kazanmaya başladı. Zira 2016'dan beri yaptığı her hamle öncelikli olarak iç siyasete yönelik olan Erdoğan'ın asıl gayesi, yapılacak bir ara seçimle DEM tabanını muhalif bloktan uzaklaştırmak, Cumhurbaşkanlığı seçilme şartını değiştirmek -tek turlu seçim, %40+1- ve en önemlisi Yavaş ile İmamoğlu'nun aynı anda adaylaşmasına giden yolu açmak. İşte buraya dikkat.
Bölüm 6: İstikbal
AKP iktidarının çeyrek asırı devirmesinin bir sebebi var. Hızlıca reaksiyon almaları ve gerekli dönüşümleri sağlamaları. Aslına bakarsanız Erdoğan mutlak iktidarın getirdiği ataletle savaşıyor bir süredir. Karar alma mekanizmalarında ağır kalan, neşter vurmakta zorlanan bir AKP gördük geçtiğimiz 4-5 senede. Bu hantallığın da seçim yenilgilerine olumsuz etkisi oldu. Şimdi ise siyasi kariyerinin son demlerinde Erdoğan'ın "son bir şarkı" söylemek istediğini görüyoruz.
Uzatmadan söyleyeyim, ekonomik programın sonuçlarını bekleyen Erdoğan'ın 2027'den evvel ülkeyi bir erken seçime götüreceğine ihtimal vermiyorum. Zira elinde büyük bir koz var. Anayasa'yı referanduma götürmeden değiştirmek için yeter sayısı olan 400 milletvekilini ( 600'ün 2/3'ü ) bulabilir Erdoğan. Yapılacak ilk erken genel seçimde ise bu kozunu yitirmesi pek muhtemel. Erdoğan gibi pragmatizmin sınırlarını zorlayan bir satranç ustasının bu kozunu yitirmek isteyeceğine ihtimal vermiyorum. Bu sebeple muhalefetin sözünü eskitmemek adına Anayasa konusuna eğilmesinin faydalı olacağı düşüncesindeyim.
Bölüm 7: Reçete
Peki CHP ne yapmalı?
1-Muhalefet her şeyden evvel ne yapacağına karar vermeli. Zira muhalefetin ana kolonu olarak CHP'nin Kürt sorununa dair belirgin bir politika/söylem setinin olmaması veya bunun toplumda karşılık bulamaması en büyük eksiklik. Soruna dair çözüm taslağı açıklanırken de Öcalan'la araya keskin bir çizgi çekilmeli mutlaka. CHP bu meseleyi meşru Kürt siyasetiyle çözebilecek yetkinlikte olduğunu kanıtlamalı.
2- Kurultay konusu çözüme kavuşmalı. Zira seçmen belirsizlikten uzaklaşır. Altılı Masa'nın dağılma sürecinde bunu acı şekilde tecrübe eden muhalifler hafızasını tazelemeli ve tamamen Anayasa değişikliği ve ekonomik sorunların çözümüne odaklanmalı.
3- Değişimi isimler üzerinden okuyan kadrolar geri plana çekilmeli. CHP artık sorunları konuşmayı bırakıp çözümlerini sıralamalı, vizyonunu sunmalı. Elbette bunu da 2300 sayfalık sembolik metinlerle değil seçmenle diyalog kurarak yapmalı.
4- CHP, Cumhurbaşkanı adayını belirleme yöntemini tüm ayrıntılarıyla duyurup Yavaş ve İmamoğlu'na "Partim aday göstermezse aday değilim." deme şartı koymalı. Süreci işletip adayını belirlemeli. Nitekim erken seçim talebinde bulunan partinin her şeyden evvel adayı belli olmalı.
5- Yaklaşık 1.5 sene önce sütten ağzı yanan, psikolojik yıkım yaşayan, mobilize olmakta zorlanan ve yarı koma halindeki yurttaşın hassasiyetlerine kulak verilmeli.
Ve en önemlisi...
Ne yapıp edip Erdoğan'ı o koltuktan indirmeli.
Comments